Tarihte Yaratılan Rol Modeli Tekrarla Muktedir Olmanın Kıymeti - Naim Süleymanoğlu Örneği
Doğadaki tüm canlılar sesle iletişim kurarlar. Sessizlik varsa tehlike vardır. Ses dengedir. Ses yansımadır. Ses sonuçtur. Bu yüzden bizler ses getirmeyi seven canlılarız. İnsan sosyal bir varlık olmanın dürtüsü olarak, her eyleminde iletişimi merkezine alır. Almalıdır ki; farkını, düşünebildiğini sunabilsin.
Öyleyse sesler bir araya gelir, çeşitli düzen oluşturur, oluşturulan düzenler karma bir şekilde sıralanır ve belirli aralıklarla kendilerini tekrarlayarak, bize hikaye anlatırlar. Biz bu hikaye anlatım biçimine ‘müzik’ diyoruz. Müzikteki tekrarlara eşlik etme dürtüsüne tempo diyoruz. Konuşurken, sevişirken, dövüşürken hepimizin karakterini ortaya koyan bir temposu mutlaka vardır. Temponun bizi yormaması için destek aldığımız birde tutkumuz. Tutku bizi heyecanlandırır, etkileşime teşvik eder. Etkileşim duygularımızı ifade ediyorsa; bu kadar hesabın zincirleme birbirine bağlandığı yerde mantık ve tesadüfün sevişmesi ve ondan tohum alması kaçınılmazdır. İşte tüm varoluş sorularımızın yanıtı olan bu çocuğun adı: pazarlama dilinde ‘duygusal zeka uydurmacası’, evrenin dilinde ise; ‘ihtiyaç’tır. Biz insanoğlu güzel hikayeler anlatan insanları, büyük ihtiyaçların çözümü olanları tanırız. Hatırlarız ve anarız.
Bizim toplumumuzda tarihe adını yazdıran bir isimden bahsedeceğim. Yaptığı sadece bir kütleyi havaya kaldırıp-indirmek olan bu insan evladı, vereceği nefesi alırken öyle bir ses çıkmıştır ki; tüm Dünya’da milyonlara umut olmuştur. Bu insan ki; taşıyabileceği yükün 3 katını kaldırmış, boyutuna, dünyaya meydan okumuş, yapamazsın diyenleri mahçup etmiştir. Bir insan ki; milletinin onurunu omuzlarında sırtlanmış, alnının akıyla bir nesli ayağa kaldırmıştır. Bu güzel insan ki; ‘başarı’ kelimesinin anlamını unutmuş bir millete ışık olmuş, son nefesine kadar da ülkesine hizmet etmek için yaşamıştır. İşte o kahramanın adı; Naim Süleymanoğlu’dur! Bizim ülkemizde, Ekim ayında hayatı nihayet vizyona giriyor. Harika oyuncu kadrosu ve güçlü bir ekip var. Güzel bir film olacağına eminim. Umarım nice Türk başarı sembolünün adını, bu şekilde onurlandırmaya devam ederiz. Edeceğimize de artık şüphem yok!
Öncelikle Yugoslavya (bugün konum olarak Makedonya Resne)‘den 1957 yılında göç eden bir ailenin mensubu olarak Naim Süleymanoğlu gibi, Türkiye’ye balkanlardan göçenlerin yaşamlarına değinmek istiyorum. Türkiye’de sadece Yugoslavya’dan gelen, kayıtlı 77.431 aile vardır. Biz serbest göçmen statüsünde yerleştik. Bizim göçümüz politik nitelendirilmemektedir. Ancak ırkçılığın ve mezhep çatışmalarının en yüksek olduğu, ekonomik kalkınmanın da güçleştiği bir ülkeydi Yugoslavya. Şahsım adına ırkçıymışım gibi yorumlanmasın ama maalesef sırp çetelerinin en sevmediği toplulukların başında, biz Türklerin olduğu tartışmasız bir gerçektir. Cumhuriyetten sonra Türkiye’ye; Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan’dan yaklaşık 1.600.000 kayıtlı kişi göç etmiştir. Özellikle Bulgaristan ve Yunanistan’da yaşanan göçler devlet politikası sebebiyle yaşanmıştır. Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar zulüme uğradılar, evleri işaretlendi, kadınlarına tecavüz edildi. Bu topraklarda kafataslarından kule yapıldı. Göç eden insanların inancı müslüman, meslekleri çiftçi, anadilleri değişik şivelerde olmakla birlikte Türkçe’dir. Geldikleri dönemde ki Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun ortalamasından daha yüksek oranda okur-yazar nüfusa sahiptirler. Özellikle kadınlar arasında okur-yazarlık daha yaygındır. Yani göçmen Türkler hakkında ileri-geri konuşanlar bilsinler ki; Osmanlı tebası olan, Türklüğü ve İslamı yücelten bu insanlar keyfinden Türkiye’ye gelmedi. Beni en çok üzen ise; kendisini islamcı, Osmanlıcı, milliyetçi olarak tanımlayanların edepsizce yaptıkları yorumlardır. Kurucumuz, kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik göçmeni olması üzerinden bile yüzlerce hakaret yakıştırıldı. Bu insanlar bilsinler ki; ben tütün çiftçiliğini bırakıp elinde bir battaniye ile bu ülkeye gelip, hiçbir destek almadan sıfırdan başlayan bir atanın evladıyım. Bu insanların derdi; sadece kendi olabildikleri güvenli bir vatan toprağında, kutlu bir sancak altında nesillerini yaşatmaktı. Siz bu insanların parmağındaki zerre kir bile olamazsınız! Vatansız kalmak, ata yurdundan kopmak ne demek gidin bu insanlara sorun! Gerisine kitabımda devam edeceğim.
Naim Süleymanoğlu 1992 yılında Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildiğinde, ailem Almanya’dan İstanbul’a kesin dönüş yapmıştır.. Ben o zaman üç yaşındayım. Haliyle hiçbir şey hatırlayamayacağım için o yıllarla ilgili yorum yapamayacağım. Ben ilkokula başlayana kadar, dünyanın en güçlü sporcusu olmuş ve sayısı unutulacak kadar birincilik kazanmıştı. Öyle ki onun başarısının garip bir doyuruculuk hissi yarattığını söyleyebilirim. Benim tarih bilimine ilgim 10 yaşımdayken başladı. O zaman okuduğum metni ezberlemem için bir kez okumam yetiyordu. Çoğunlukla ansiklopedilerdeki maddeleri ezberleyip akranlarıma hava atmakla eğleniyordum. Herkesten önde olmak, parmakla gösterilmek, özel davranılma arzusu; ne kadar şımarık bir karakter olduğumu yansıtıyordur sanırım. Bunda okuma-yazmayı ve dört işlemi 5 yaşımda öğrenmemin etkisinin yanında, tek çocuk olmamın payı büyük. Sıkıcı ve sorgulayıcı geçen ilkokul dönemim, şımarık bir arzuyla, ortaokulda çalışmaya başladığımda daha heyecan verici hale gelmişti. O zamanlar sporda başarı olarak tek bildiğim güreşte Hamza Yerlikaya, halterde Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu idi. Futbolun sık oynanıp başarısının olmaması bana garip geliyordu. Dolayısıyla benim için değersiz bir aktiviteydi. Başarı bireysel bir olgu gibiydi bizim neslimiz için. Sanırım bu sebeple sürekli yarış halindeydik ve başarımıza ortak istemiyorduk. Mesela Egemen Aktan adında, sınıf birinciliğinde yarıştığım bir arkadaşımı anmak isterim. Sanırım ikimizde bir derste aynı notu aldığımız için birbirimizden az nefret etmemişizdir. Şahsen, kendisini birinci olmadığım için kıskandığım zamanlar olduğunu itiraf ederim. Ortaokula geçtiğimde onun başka okulda olmasının eksikliğini çok hissetmiştim. Sporda diğer ilginç durum yukarıda saydığım isimler dışında kimsenin adının anılmamasıydı. Oysa boks dahil (Cemal Kamacı gibi) bir çok dalda efsane sporcular yetiştirmiştik. Bu isimleri bu kadar akılda tutan; 1968’den doksanlara kadar spor başarısının pek yaşanamamış olması olabilir. Merhum Turgut Özal’ın bu vizyonunu takdir etmek isterim. Ses yoksa tehlike vardır. Naim Süleymanoğlu bu sessizliği bozarak, bizim kör talihimizi kıran isimdi. Okuldayken milli edebiyatçılarımızın, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın adları nasıl öğretiliyorsa Naim Süleymanoğlu’da öyle anılırdı. Denk tutulmasa da bizim için milli bir sembol olduğunun bilincindeydik.
Tarih bilimine çocukken olan ilgimden bahsettim. Bizim büyük devletler kurup, dünyayı yönetmiş bir toplum olduğumuzu; bütün dünyayla aynı anda savaşıp-yendiğimizi yeni öğrendiğim zamanlardı. Seyit Onbaşı'yı ilk tanıdığımda, 'Dünya’nın en güçlü insanı hep bir Türk, hiç yenilmiyoruz, öyleyse Tanrı bizi özel yaratmış olmalı.' dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Benim kuşağımda herkes aynı müfredatla öğrenimini edindi. Aynı tarih derslerini okudu. Sadece ben değil, benimle aynı dönemdeki bütün erkek çocuklar Naim Sülaymanoğlu taklidi yapmıştır sanırım. En azından saçını üfleyip havalandırmak istemiştir. Eğer öyleyse tarihini seven her çocuk, Seyit Onbaşı ve Naim Süleymanoğlu arasından çocukça bir bağ kurabilir. İşte bu ‘ümit olmak’ deyiminin karşılık bulan tefsiridir. Mesele rol model yaratmak değil, tarihin her döneminde ispatla hatırlatabilmektir. Biz buna muktediriz. Naim Süleymanoğlu'nun doygunluk veren tuhaf başarı hissinden kastımda budur. Sürekli Dünya Şampiyonu olan, rekor kırıp ünvan alan bir insanın yarışı sizi ne kadar heyecanlandırır? Sizin için olması gereken, olağan bir sonuçtan fazlası değildir. Başarısızlığı konduramazsınız. Yakıştıramazsınız. Ve tüm ilginiz korkudan devam eder. İşte ona bundan dolayı 'Matruşka Naim' diyorum. Onun peşpeşe gelen başarıların anlattığı zincirleme bağ, mantık ve tesadüfü bir araya getirdiğinizde; bizim ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.
Sanırım kuşağımda böyle düşünen tek insan ben olamam. Kendimden biliyorum ki, böyle düşünenler işini iyi yapmak ister. En iyisi olmak, en güçlüsü olmak, layık olmak ve gurur duyulmak benim kuşağım için yabancı bir kavram olmamalı. Bizim için başarmak imkansız değildir. Biz tüm zorlukların üstesinden gelecek kudretin üzerimizdeki varlığına inanarak yetiştik. ‘Bir Türk Dünyaya Bedeldir!’ sözü, ‘Varlığım, Türk Varlığına Armağan Olsun!’ yemini, benim karşılığını bulduğum cümlelerdi. Eminim ki benden zeki, benden inançlı, çok gencimiz yetişti. Galatasaray’ın UEFA kupası alması, A Milli Futbol Takımımızın Dünya üçüncüsü olması, Sertap Erener’in Eurovision’da (ingilizce şarkıyla bile olsa) birinci olması, merhum Barış Manço’nun ve Tarkan’ın ülkemiz dışında adlarını duyurabilmesi, Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say, Kerem Görsev gibi değerler yaratmamız, Aziz Sancar’la niteliklenmemiz benim neslim için büyük şans. Daha fazlasını yapabiliriz. Buna inanıyorum. Nice; Okay Sinanoğlu, Cahit Arf, Ferya Özel, Eren Bali, Nevzat Aydın, Özlem Türeci, Neva Çiftçioğlu, Afet İnan, Hulusi Behçet, Muazzez İlmiye Çığ, Şerif Mardin, Canan Dağdeviren, Biykem Bozkurt, Özlem Türeci, Hatice Cuha, Azra Kohen… gibi saymakla bitiremeyeceğim isimler yetiştireceğimiz gün gibi açık. Bizden çıkmaz diyenlere inat, bu isimleri anın! Yeter ki bu değerlerin içimizde olduğunu, elimizden kayıp gitmemesi gerektiği unutmayalım.
Naim Sülaymanoğlu işte bundandır ki, sadece bir kütle kaldırıp-indirmedi. Bir milletin omuzundaki yükü, kaderi sırtlandı o. Yukarıda saydığım bilim insanlarının adları TV’lerde görünmezken, o popilerliğiyle başarıyı kazıdı hafızamıza! Hemde başka topraklardan gelip, ait hisettiği yerde ait olduğumuzdan fazlasını vererek. Rahat uyu Cep Herkülü! Onunla birlikte andığım bu özel isimler bir müzik ise; başarılarımız şarkımız olsun! Türk Gençliğine,..
Sevgiyle Kalın,
Kani Fatih Turhan
Commenti